EkonomiPsikoloji

Bolluk Paradoksu: Neden Daha Fazla Daha Azdır?

Son zamanlarda süpermarkete gidip de raflarla dolu reyonlar arasında kaybolan, hangi ürünü tercih etmeniz gerektiğine dair bir karar vermek için orada dakikalarca kala kaldığınızı hissettiğiniz oldu mu? Olduysa bolluk paradoksu denilen şey başınıza gelmiştir. Bu yazımızda, gündelik hayatta sıklıkla tecrübe ettiğimiz seçenek bolluğunun nasıl paradoksal bir şekilde hayatımızı zorlaştırdığını ve bazen daha az seçeneğin daha fazla mutluluk getirebileceğini keşfedeceğiz.

Bolluk Paradoksu

Bolluk paradoksu, ilk olarak Amerikalı psikolog ve yazar Barry Schwartz tarafından popüler hale getirilmiştir. Schwartz, “The Paradox of Choice: Why More is Less” (Seçim Paradoksu: Neden Daha Fazla, Daha Azdır) adlı kitabında, insanların çok fazla seçeneğe sahip olduklarında karar vermekte zorlandıklarını ve bu durumun yaşam memnuniyetini düşürdüğünü savunmuştur.

Seçenek ikilemi

Bolluk Paradoksu, insanların seçim sürecinde kafa karışıklığı yaşamalarına, karar vermeyi ertelemelerine veya hiçbir şey seçmemelerine yol açabilir. Ayrıca, seçenekler arasından bir seçim yapıldığında, insanlar diğer seçenekleri düşünmeye devam ederek ve alternatiflerle ilgili olası pişmanlıklar yaşayarak memnuniyetlerini azaltabilirler. Bu nedenle, bazen daha az seçeneğin sunulduğu durumlarda insanların daha mutlu ve memnun oldukları görülebilir.

Schwartz, satın alma süreci ile tüketici davranışlarını inceleyerek seçenek bolluğunun olumsuzluklarını üç maddeye indirgemiştir:

  1. Seçenek sayısının fazla olması içsel bir kötürümleşmeye sebep oluyor ve seçim yapılmıyor.
  2. Kişi kendi çıkarlarının aleyhine olsa bile seçmek yerine oyalanıyor, seçmeyi erteliyor.
  3. Fazla seçenek daha kötü kararlar almaya neden oluyor.

Özetle bolluk paradoksu, insanların seçim sürecinde kafa karışıklığı yaşamalarına, karar vermeyi ertelemelerine veya hiçbir şey seçmemelerine yol açabilir. Ayrıca, seçenekler arasından bir seçim yapıldığında, insanlar diğer seçenekleri düşünmeye devam ederek ve alternatiflerle ilgili olası pişmanlıklar yaşayarak memnuniyetlerini azaltabilirler. Bu nedenle, bazen daha az seçeneğin sunulduğu durumlarda insanların daha mutlu ve memnun oldukları görülebilir.

Seçenek İkilemi

Seçenek ikilemi, çok fazla seçenek olması nedeniyle seçeneklerden hiçbirinin kesin olarak kabul veya tercih edilememesi nedeniyle karar verme yeteneğini felce uğratan çelişki durumudur. Zira her ne kadar bir şey karar verilip tercih edilen olsa da tercih edilmeyen diğer şeylerin çekiciliğini düşünmek, tercih edilen şeyden duyulan keyfi azaltmaktadır. 

Günümüzde artan rekabetle beraber neredeyse çoğu şeyde seçenek bolluğu yaşanmaktadır. Özellikle birbirine benzeyen ama bir yönüyle diğerlerinden farklı olan ürünler arasından seçim yapmak karar mekanızmamızı ziyadesiyle etkilemekte.

En basit tabirle seçeneklerin fazlalaşması memnuniyetsizliğin de o aranda artmasına sebep oluyor. Zaten bir ton seçenek arasından en doğru seçimin yapıldığına nasıl emin olunabilir ki? Ne istediğimizi tam olarak bilsek dahi kendimizi ikna etmesi oldukça zorlaşacaktır. Seçenek ne kadar çok olursa seçimlerimiz de o derece güvensiz olur ve bu da haliyle seçilene duyulan tatmini azaltacaktır.

Bir yerden sonra seçenek sayısı çığrından çıkınca ya varsayılan olarak zaten seçeceğimiz şeyi seçeceğiz ya da hiç karar veremeyeceğiz. Zira seçenek bolluğundan hangisinin daha iyi olduğunu değerlendirmek bir müddet sonra fazlasıyla sinir bozucu olmaktadır. Bilindik bir hikaye olan gül bahçesi hikayesi bu konuyu ziyadesiyle özetlemektedir.

Gül Bahçesi Hikayesi

Bir varmış bir yokmuş? Bir zamanlar dünyalar güzeli bir kız varmış. Kız öyle güzelmiş ki, bir gören bir daha unutmazmış. Çok uzak diyarlardan zengin mi zengin, yakışıklı mı yakışıklı genç prensler, asil delikanlılar ona aşık olur, onu görmeye gelirmiş.

Her güzelin bir kusuru olur ya, bu güzeller güzeli kızın kusuru da kimseyi beğenmemesiymiş. Kendisiyle evlenmek isteyen nice prense, şövalyeye daha iyisi gelir diye burun kırın etmiş. Aynı kasabada oturan gencin biri de bu güzel kıza aşık olmasın mı! Gidip kızla konuşmuş ama kız ona da burun kırın etmiş.

Aradan yıllar geçmiş, kalbi kırılan delikanlı kasabadan ayrılmış. Kendine yeni bir hayat kurmuş; evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün yolu vaktiyle güzel kızla birlikte yaşadığı kasabaya düşmüş. Rastladığı ilk ak sakallı yaşlıya sormuş: “Söyle bana dedeciğim. Burada güzelliğiyle mehtabı bile kıskandıran bir kız yaşardı. Acaba şimdi nerededir, hali nicedir?” İhtiyar da “Kocasıyla şurada oturuyor.” deyip, gül bahçesi içindeki beyaz boyalı evi göstermiş.

Delikanlı, “O dünya güzelini evlenmeye razı eden kim bilir ne kadar yakışıklı, ne kadar zengindir” diye iç geçirmiş. Hatta, gizlenip, kızın kocasını evden çıkarken izlemiş. Ancak adamı görünce şaşkınlığından ağzı açık kalmış. Bu adam şişman, kel, çirkin mi çirkin biri olduğu gibi zengin de birine benzemiyormuş.

Merakı iyice artan eski aşık, kalbi çarparak kızın kapısını çalmış. Kadına? Ben senin evlenmek istemediğin falan adamım diye kendini tanıtmış. Sen beni beğenmedin hatta nice prensleri, iyi taliplerini reddettin, ama niye böyle biriyle evlendin ki? diye sormuş.

Kadın boynunu bükmüş ve “Sırrımı sana açıklarım ama bir şartla.” demiş. Delikanlı da hemen “Söyle nedir şartın?” diye cevap vermiş. Kadın “Bahçedeki en güzel gülü koparıp bana getir. Ancak sakın arkada bıraktığın gülü alma.” demiş.

Adam hemen yüzlerce gülün misler gibi koktuğu bahçeye dalmış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. Tam elini ona uzatırken gözüne ilerideki kocaman pembe gül ilişmiş. Onu koparmak isterken sağda daha muhteşem güzellikteki kırmızı bir gül görmesin mi? Gülden güle koşarken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş. Arkasına dönmesi yasak ya mecburen son gülü koparmış.

Kıza bahçenin en güzel gülünü götürmek isterken, şimdi elinde yaprakları solmuş, cılız bir gül varmış. Kadın “Bak, gördün mü?” demiş ve devamında eklemiş “Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Benimki de o hesap işte!” demiş.

Seçme Sanatı ve Bolluk Paradoksu

Columbia Üniversitesi profesörü Sheena Iyengar, “Seçme Sanatı” (The Art of Choosing) adlı kitabında seçenek bolluğunun karar mekanizmasına etkilerini inceler. Iyengar, bu konuda yapılan deneyler ve araştırmalar yoluyla, daha fazla seçeneğin insanların karar verme sürecini nasıl etkilediğine dair kapsamlı bir analiz sunar.

Seçenek ikilemi

Sheena Iyengar, seçenek bolluğunun insanların karar verme sürecinde nasıl kafa karışıklığına, kararsızlığa ve sonuçta memnuniyetsizliğe yol açabileceğini vurgular. Fazla seçeneğin olduğu durumlarda, insanlar daha fazla zaman ve enerji harcarlar, ancak bu çoğu zaman daha iyi sonuçlar elde etmelerine yol açmaz. Aksine, daha fazla seçenek, insanların potansiyel olarak daha iyi seçeneklerin farkında olmalarına ve sonunda yapılan seçimle ilgili pişmanlık duymalarına neden olabilir.

Reçel deneyi olarak bilinen, Sheena Iyengar ve Mark Lepper tarafından 2000 yılında yapılan ünlü bir deney vardır. Bu deney, seçenek bolluğunun insanların karar verme süreçlerine ve memnuniyetlerine olan etkisini incelemeyi amaçlamıştır. Reçel deneyi, seçenek sayısı ile insanların eylemleri ve tatmin düzeyleri arasındaki ilişkiyi gözlemlemek için kullanılmıştır.

Bir süpermarketin girişine yakın küçük bir stant kurulmuş ve ilk olarak müşterilerin denemesi adına 24 farklı reçel çeşidi koyulmuştur. Müşteriler bu reçelleri istedikleri gibi tadabilir, ürünleri indirimli olarak satın alabilirlerdi. Şöyle bir düşününce deney aynı zamanda müşteri dostu bir kampanyaya benziyordu.

Aynı stand 6 farklı reçel çeşidi olacak şekilde yeniden kurulmuştur. Diğerine nazaran sönük kalması beklenirken 10 kat fazla daha reçel satılmıştır. Fazla seçenek nedeniyle ilkinde kararsız kalan müşteriler hiçbir şey satın almamayı tercih etmişti.

Bu deney, seçenek bolluğu paradoksunun temelini oluşturan ve daha az seçeneğin bazen daha fazla mutluluk getirebileceğini savunan araştırmalardan biridir.

Iyengar, insanların seçim sürecini daha kolay ve tatmin edici hale getirmek için seçeneklerin sayısını ve karmaşıklığını sınırlandırmanın önemini vurgular. Ayrıca, insanların kendi değerlerine ve hedeflerine uygun seçenekleri belirlemelerine yardımcı olacak stratejiler geliştirmeleri gerektiğini savunur. Bu sayede, insanların kendi karar verme süreçlerini optimize etmeleri ve nihayetinde daha tatmin edici seçimler yapmaları mümkün olacaktır.

Seçenek fazlalığı, tahmin edebileceğiniz üzere kötü kararlara da neden olmaktadır. Zira kişi gerçekten göz önünde bulundurduğu sebeplere sarılıp karar vermek yerine diğer seçeneklerle kıyas yapmaya başlıyor ve bu kıyasın dozajını öyle bir kaçırıyor ki, haliyle kötü kararlar kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.

Şu bir gerçek ki, aslında seçim yapma kriterleri oldukça basit şeylerdir. Ki, böyle olması da yararımızadır. Zira mevcut olan en doğru seçeneği edinseniz dahi aklınız diğer seçeneklerde kalacak ve memnuniyetsizliğiniz katlanacaktır.

İhtiyaç duyduğunuz bir telefonun diğerinden daha tercih edilebilir olması için onun Mars’ta çalışabilen bir özelliğinin olmasına gerek yok (Tabii Mars’ta yaşamayacaksanız). Son günlerin moda tabiriyle; “Fiyat-kalite performansına uyan” tercihler, mevcut seçeneklerden optimum faydayı sağlayacaktır.

Mevcut seçenekleri değerlendirmeden önce ne istediğimizi dikkatlice belirlemekte fayda var. Sahip olduğumuz kriterleri bir yerlere not edip onlara sadık kalmak gerek. Mükemmel olan seçimi yapmaktan ziyade ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek şeyleri seçmeye odaklanmalıyız. Zira Seçenek olasılıkları düşünüldüğünde en doğru kararı vermek mantık dışı bir mükemmeliyetçilik olacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu