Sağlık

Stockholm Sendromu Nedir? Celladına Aşık Olunur mu?

Stockholm sendromu nedir sorusunun cevabı, genellikle yüksek profilli adam kaçırma ve rehine durumlarıyla bağlantılıdır. Rehine, kendisini rehin alan kişi veya kişilerle birlikte geçirilen zaman boyunca onlara duygusal anlamda bir yakınlık geliştirmesi olarak verilebilir.

Stockholm Sendromunun Ortaya Çıkışı

Celladına aşık olma gibi olan bu psikolojik bağ, çeşitli zaman dilimlerinde esaret benzeri yollarla gelişir. Hastalık ilk defa Psikiyatr Bejerot tarafından tanımlanmıştır. Böylesi durumları tecrübe eden mağdurlardan beklenebilecek tepkilerin korku, dehşet ve küçümseme gibi şeyler olması beklenirken bu sendromun ağına düşen rehineler veya taciz mağdurları tutsaklarına karşı sempatik duygular beslerler.

Stockholm sendromu psikolojik bir tepkidir; rehine-rehineler, kendilerini esir alan kişi-kişilerle olumlu bir bağ kurduklarında ortaya çıkar. 

Zamanla bazı kurbanlar, onları esir alanlara karşı olumlu hisler edinmeye başlar. Öyle ki ortak hedefleri ve nedenleri paylaşıyormuş gibi hissetmeye bile başlayıp iş birliği yapabilirler. Bu bakımdan Londra sendromunun tam tersi bir özellik göstermektedir.

Pek çok psikolog, Stockholm sendromunun görülmesini bir başa çıkma mekanizması veya mağdurların korkunç bir durumun travmasıyla başa çıkmalarına yardımcı olmanın bir yolu olarak görmektedir.

Stockholm Sendromunun Belirtileri Nelerdir?

Sendromla alakalı en bilindik belirtiler aşağıda derlenmiştir:

  1. Mağdur, kendisini esir tutan veya taciz eden kişiye karşı olumlu duygular geliştirir.
  2. Kurban, polise, otorite figürlerine ya da onu esir alan kişiden kurtulmalarına yardım etmeye çalışan herhangi birine karşı olumsuz duygular besler. Hatta esir alan kişiye karşı işbirliği yapmayı bile reddetme aylemi gösterirler.
  3. Kurban, onu esir alan kişinin insanlığını algılamaya ve aynı hedeflere ve değerlere sahip olduklarına inanmaya başlar.

Stocholm Sendromunun Ardındaki Hikaye

Stockholm sendromu olarak bilinen olayların benzerleri muhtemelen tarihte pek çok defa gözlenmiştir. Ancak, bu tepkinin adı 1973 yılında gerçekleşen olaya kadar hiç bu kadar tanınmamıştı.

Filmlere ilham olan bu hadise, 23 Ağustos 1973 sabahı, hapisten kaçan bir mahkumun İsveç’in Stockholm kentindeki lüks Norrmalmstorg meydanındaki hareketli bir banka olan Sveriges Kreditbanken‘e girmesiyle başladı. 

Jan-Erik Olsson adındaki bu mahkum kollarında taşıdığı katlanmış ceketinin altından dolu bir hafif makineli tüfeği çıkarıp sesini de bir Amerikalı gibi yapıp “The party is just begun!” Türkçesiyle; “Parti daha yeni başladı!” şeklinde naralar atarak havaya ateş açtı. Bir polis memurunu yaralayan hırsız, dört banka çalışanını da rehin aldı. 

Kasa hırsızlığı nedeniyle çarptırılmış olduğu 3 yıllık hapis cezasının ardından hapishaneden kaçan Olsson, rehineler karşılığında 700.000 $ civarında para, bir kaçış arabası ve silahlı soygun ile 1966’da bir polis memurunun öldürülmesine yardımcı olmaktan hapis cezasına çarptırılan Clark Olofsson‘un serbest bırakılmasını talep etti. 

Rehinelerin sağlığını düşünen polis birkaç saat içinde Olsson’un mahkum arkadaşı Olofsson’u, fidyeyi ve hatta dolu bir benzin deposu olan mavi bir Ford Mustang’i teslim etti. Ancak yetkililer, soyguncuların rehinelerle birlikte ayrılma talebini reddetti.

Gelişmekte olan drama İsveç’teki televizyon ekranlarında da boy boy yayınlandığ gibi dünya çapında da manşetlerdeki yerini aldı. Halk, bir Kurtuluş Ordusu bandosunun dinsel melodilerinden oluşan bir konserden tutun da suçluları itaat ettirmeye kadar bir sürü kızgın arı göndermeye varıncaya kadar tavsiyelerle polis merkezini baskı altına almaya çalıştı.

Tutsakların Tepkisi ve Stockholm Sendromunun Ortaya Çıkışı

Sıkışık bir banka kasasında saklanan tutsaklar, kaçıranlarla kısa sürede garip bir bağ kurdular. Olsson, rehinelerden biri olan Kristin Enmark‘ı kötü bir rüya gördüğünde sakinleştirdi. Ayrıca ona hatıra olarak da silahından bir kurşun verdi. Dahası, ailesine telefonla ulaşamayan tutsak Birgitta Lundblad‘ı teselli edip gönlünü ferah tutmasını tembihledikten sonra ona “Denemekten vazgeçmeyin, illaki ulaşacaksınız”  minvalinde şeyler söyleyip yatıştırdı.

Rehinelerden biri olan Elisabeth Oldgren klostrofobiden şikayet ettiğinde, onu 30 metrelik bir ipe bağlayıp kasanın dışına çıkmasına izin verdiler. Oldgren bir yıl sonrasında olayla ilgili The  New Yorker‘a “Olsson’un kibar davranışları, rehinelerin sempatisini körükledi.” tarzında şeyler söyledi.

Erkek rehinelerden olan Sven Safstrom, “Bize iyi davrandığı esnalarda, onu acil durumlarda yardıma gönderilmiş bir Hızır gibi düşünebilirdik” minvalinde şeyler söyledi.

İkinci gün rehineler, kendilerini esir alan kişilerle samimi olmaya başlamışlar ve polisten tedirgin olmaya başlamışlardı. Rehinelerin sağlığını incelemesi için yetkili polis memurunun içeriye girmesine izin verildiğinde, esirlerin kendisine düşman gibi göründüğünü, ancak silahlı adamlarla rahat ve neşeli göründüklerini fark etti. 

Polis şefi bu durumu basına, “Oldukça rahat bir ilişki geliştirdikleri için silahlı kişilerin rehinelere zarar vereceğinden şüphelendiğini söyledi.”

Fiziksel zararla tehdit edildiklerinde bile rehineler, kendilerini kaçıranlara karşı derin bir şefkat besliyordu. Olsson, isteklerini yerine getirmek ve polisi sarsmak için Safstrom’u bacağından vurmakla tehdit ettikten sonra, rehine The New Yorker’a şöyle anlattı: “Vuracağının sadece bacağım olduğunu söylediği için ne kadar da nazik bir insan olduğunu düşündüm.” Rehinelerden biri olan Enmark da, “Ama Sven, alt tarafı bacağından vuracak! Ne var bunda abartılacak” minvalinde şeyler söyleyerek rehin arkadaşını kurşun yemeye ikna etmeye çalıştı.

Psikologların Stockholm Sendromunu Tanımlaması

Nihayetinde, mahkumlar rehinelere fiziksel bir zarar vermedi ancak tehlikeli olmaları sebebiyle 28 Ağustos gecesi 130 saatten fazla bir süre sonra polis bankadaki kasaya biber gazı pompaladı. Sonrasında da failler direnme emaresi göstermeden derhal teslim oldu. 

Polis, rehinelerden önce dışarı çıkmalarını istediyse de kaçıranlarını sonuna kadar koruyan dört tutsak bunu reddetti. Böyle bir şeyin olmayacağını belirtmek için Enmark, “Hayır, önce Jan ve Clark çıkacak! Eğer yaparsak onları vurursun!” tarzında bağırdı. 

Suçluların teslim olmasından sonra, kasanın girişinde mahkumlar ve rehineler tabiri caizse helalleştiler ve birbirlerine sarıldı, öpüşüp el sıkıştılar. Polis silahlı kişileri yakaladığında, iki kadın rehine, “Onlara zarar vermeyin! Bize zarar vermediler” diye bağırdı. Enmark bir sedyeyle uzaklaştırılırken kelepçeli Olofsson’a “Clark, seni tekrar göreceğim merak etme” diye bağırdı.

Rehinelerin tutsak edenlere görünüşte mantıksız bağlılığı halkı ve polisi baya bir şaşırttı. Öyle ki Enmark’ın Olofsson ile soygunu planlayıp planlamadığını bile araştırıldı. Ancak bu durumdan mahkumların da kafası karışmıştı. 

Bu olaydan sonra, psikologlar ve akıl sağlığı uzmanları, rehinelerin kendilerini esaret altında tutan insanlarla duygusal veya psikolojik bir bağlantı geliştirdiklerinde ortaya çıkan böylesi durumları adlandırmak için “Stockholm sendromu” tabirini icat ettiler.

Stockholm Sendromu Nedir?

Rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama noktasına gelmeleri ve kendisini rehin alan kişilerle geçirdikleri sürenin sonunda onlara yardımcı olmaya başlamasına denir.

Stockholm sendromu nedir ne değildir detaylıca anlattığımıza göre kapanışı Hayyam şiiriyle yaparak konuyu özetleyelim:

Celladına aşık olmuşsa bir millet

İster ezan, ister çan dinlet

İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet

Müstahaktır ona her türlü zillet.

Ömer Hayyam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu